"Yürürken bile ağrı hissediyorsan, nasıl 55 km koşacaksın?", "hadi zorlayıp koştun diyelim, ya dizlerde kalıcı hasar oluşup bir daha koşamazsan?"
20 Nisan 2019, cumartesi günü saat 10:30 civarı İznik Ultra'nın 55k parkuru "start"ından önceki günler bu sorular kafamı meşgul ediyordu.
Sabahları rutinim haline gelen şey: kalk, iki ayağın üzerinde durmaya çalış, ağrı hala var mı? Bu sorunun cevabı maalesef her seferinde evet oldu.
Ağrıların sebebi ve önlenmesi için yapılması gerekenler bambaşka bir konu olduğu için belki başka bir fırsatta yazıya dökmeye çalışırım.
Sabahları rutinim haline gelen şey: kalk, iki ayağın üzerinde durmaya çalış, ağrı hala var mı? Bu sorunun cevabı maalesef her seferinde evet oldu.
Ağrıların sebebi ve önlenmesi için yapılması gerekenler bambaşka bir konu olduğu için belki başka bir fırsatta yazıya dökmeye çalışırım.
Peki ama nasıl başladı bu ağrılar?
55 km mesafe ve 1800 m civarı irtifa kazanımı olan bir koşuya hazırlanmak için hem mesafe hem de tırmanış açısından onun üçte ikisi olacak bir antrenman koşusu yapmam gerektiğini düşünüyordum. O yüzden yarışa 3 hafta kala 35 km'lik, yaklaşık 1100 m tırmanışlı bir koşu yapmaya karar verdim. Kendimi çok iyi hissediyordum o zamanlar. Bouldering'e yeni başlamış, haftada iki gün fitness salonunda güç çalışıyordum. Sırf İznik için değil, yeni bir level'a çıkmaya çalışırken işlerin yolunda gittiğini hissedip gelen kibirle her haftasonu her istediğimi yapabilirim gibime geliyordu.
29 Mart cuma günü bir rota planladım (bu iş için gpsies.com sitesini kullanıyorum). Aslında bu kadar uzun mesafede sadece 1100 m irtifa kazanımı olan bir rota bulmakta azıcık zorlandım. Yaşadığım bölgede şehirden çıkınca yüksek eğimlerle dağlar başlıyor.
29 Mart cuma günü bir rota planladım (bu iş için gpsies.com sitesini kullanıyorum). Aslında bu kadar uzun mesafede sadece 1100 m irtifa kazanımı olan bir rota bulmakta azıcık zorlandım. Yaşadığım bölgede şehirden çıkınca yüksek eğimlerle dağlar başlıyor.
30 Mart cumartesi sabahı çok oyalanmadan erzağımı çantamı hazırladım ve yola çıktım. Koşu gayet güzel ve keyifli geçti. Bütün koşullar günün keyfini çıkarmak için müsaitti. O zaman ben de bu fırsatı en iyi şekilde değerlendirmeye karar verdim: Yokuş yukarı yürümemeye çalıştım, yokuş aşağılarda koşabildiğim kadar hızlı koştum. Kısacası koşunun dibine vurduğum bir gün oldu.
Aynı günün akşamı fitness salonuna gidip güç çalıştım.. Ertesi sabah yine yokuşlu, ve daha önemlisi yüksek tempolu bir koşuya çıktım.. Sonra biraz dinlenip yemek yiyip bu sefer de Bouldering'e gittim.. Sonraki gün pazartesi işten önce yaklaşık 1 saatlik asfaltta koşuya çıktım. Tempo düşürmek aklımın ucundan bile geçmedi...
Bu manyakça geçen 3 günden sonra bir gün mola verip çarşamba günü koşuya çıktığımda her adımımda iki dizimin de acıdığını farkettim.
Bundan sonraki can sıkıcı süreci uzun uzun yazmak istemiyorum. Yaptığım koşuların tempolarını ve mesafelerini yavaş yavaş düşürmeye çalıştım. İnsanların "taper" için yaptığı şeyi ben sakatlığım geçsin diye yapıyordum.
Aynı günün akşamı fitness salonuna gidip güç çalıştım.. Ertesi sabah yine yokuşlu, ve daha önemlisi yüksek tempolu bir koşuya çıktım.. Sonra biraz dinlenip yemek yiyip bu sefer de Bouldering'e gittim.. Sonraki gün pazartesi işten önce yaklaşık 1 saatlik asfaltta koşuya çıktım. Tempo düşürmek aklımın ucundan bile geçmedi...
Bu manyakça geçen 3 günden sonra bir gün mola verip çarşamba günü koşuya çıktığımda her adımımda iki dizimin de acıdığını farkettim.
Bundan sonraki can sıkıcı süreci uzun uzun yazmak istemiyorum. Yaptığım koşuların tempolarını ve mesafelerini yavaş yavaş düşürmeye çalıştım. İnsanların "taper" için yaptığı şeyi ben sakatlığım geçsin diye yapıyordum.
İznik'ten önceki son koşumu çarşamba günü sabah, çok düşük moral ile yaptım. Evin yakınındaki tepede 5 km kadar ağrı korkusuyla inip çıktım. Ağrılar artmadı, en azından yarışa başlayabileceğimi düşündüm.
Perşembe günü sabah Ankara'ya doğru yola çıktım. Doğmadığım bir şehire, ama 9 yılımı geçirdiğim ve bugünkü benin oluşmasında en büyük rolü oynayan, evim dediğim şehre öğleden sonra vardım.
Cuma günü sabah 9'da ise ekip (Ömür, Murat, Serhan, Elçin, Soner, Erkan, Gül ve minik kızı Meriç, Duygu ise akşamüzeri bize İznik'te katılacaktı) ile buluşup İznik'e doğru yola çıktık. Uzun aradan sonra onlarla tekrar buluşmak çok güzeldi.
Cuma günü sabah 9'da ise ekip (Ömür, Murat, Serhan, Elçin, Soner, Erkan, Gül ve minik kızı Meriç, Duygu ise akşamüzeri bize İznik'te katılacaktı) ile buluşup İznik'e doğru yola çıktık. Uzun aradan sonra onlarla tekrar buluşmak çok güzeldi.
İznik'e varıp kaydımızı yaptıktan sonra odalarımıza yerleştik. Ekibimizden Serhan, Soner, Ömür ve Erkan'ın takım olarak katıldıkları 160 km koşusu akşam 7'de başlayacaktı. Onun için hemen hazırlıklara başlandı, ve Serhan'ı "start" alanında hep beraber uğurladık. Koşuculardan hemen sonra ise Duygu ile Elçin, 160 km parkurunun ilk 25 km'sindeki işaretleri toplamak için gönüllü olarak yola çıktılar.
Bizimkiler planladıklarından çok daha hızlı koştular, ve sabahleyin onların birinci olarak bitirecekleri bir mucize olmadığı sürece kesinleşmişti!
![]() |
160k "start"ından önce (Fotoğraf: Murat Ceyhan) |
Ben ise saat 10:30'da ortamdaki heyecan ve pozitif enerji sayesinde gayet yüksek moral ile koşuma başladım. Gül ve minik şirin kızı Meriç beni Narlıca'daki start alanından uğurladılar. Koşunun başından itibaren yokuş yukarıda dizlerimin ağrımaması sebebiyle tempomu düşürmemeye, yokuş aşağılarda ise sürekli dikkatli olmaya çalışıyordum.
İlk istasyona keyfim gayet yerinde vardım. İki bardak su içip devam ettim. Yolda tanıdık yüzler görmek, onlarla muhabbet etmek güzeldi. Arada Ankyra'dan tanıdğım Emre ile muhabbet ede ede koştuk.
İkinci istasyon, yani Süleymaniye'de geçen sene olduğu gibi Polat ve ekibi vardı. Güzel destekleri için onlara da müteşekkirim. Orada suluğumu doldurdum, kendimi şımartıp bol çikolata, kek ve tahin helvası ağzıma tıktım. Yolda yerim diye yanıma aldığım tahin helvasının yarısını ise istasyondan çıktıktan sonra düşürdüm :( Düşününce şimdi bile içim burkuluyor. Tekrar tahin helvası yiyebilmem için istasyonlarında tahin helvası olan bir koşu etkinliğine katılmayı beklemem gerekecek.
Süleymaniye'den sonra enteresan şeyler oldu. Birkaç yüz metre yokuş yukarı koşmaya başladıktan sonra sert rüzgar ve kar ile karşılaştık. Kar taneleri yüzüme ateş eder gibi çarpıyordu. Neyse ki Soner'in tavsiyesiyle üstüme uzun kollu giymiştim. Kafama bir Buff daha geçirdim, eldivenlerimi ve yağmurluğumu giydim ve böyle devam ettim. Yolu daha yarılamamış olmamıza rağmen hava bizi dize getirmeye çalışıyordu. Bu şartlar altında yola devam etmeye insanın kendini zorlaması kolay birşey değildir. Hele bizden daha uzun koşanlar için benim hayal edemeyeceğim kadar zor olmalı. Benim ise o anlarda dizlerim acımıyordu, pes edecek bahanem yoktu. Bakışlarımı adımlarıma dikip öyle devam ettim.
İkinci istasyon, yani Süleymaniye'de geçen sene olduğu gibi Polat ve ekibi vardı. Güzel destekleri için onlara da müteşekkirim. Orada suluğumu doldurdum, kendimi şımartıp bol çikolata, kek ve tahin helvası ağzıma tıktım. Yolda yerim diye yanıma aldığım tahin helvasının yarısını ise istasyondan çıktıktan sonra düşürdüm :( Düşününce şimdi bile içim burkuluyor. Tekrar tahin helvası yiyebilmem için istasyonlarında tahin helvası olan bir koşu etkinliğine katılmayı beklemem gerekecek.
Süleymaniye'den sonra enteresan şeyler oldu. Birkaç yüz metre yokuş yukarı koşmaya başladıktan sonra sert rüzgar ve kar ile karşılaştık. Kar taneleri yüzüme ateş eder gibi çarpıyordu. Neyse ki Soner'in tavsiyesiyle üstüme uzun kollu giymiştim. Kafama bir Buff daha geçirdim, eldivenlerimi ve yağmurluğumu giydim ve böyle devam ettim. Yolu daha yarılamamış olmamıza rağmen hava bizi dize getirmeye çalışıyordu. Bu şartlar altında yola devam etmeye insanın kendini zorlaması kolay birşey değildir. Hele bizden daha uzun koşanlar için benim hayal edemeyeceğim kadar zor olmalı. Benim ise o anlarda dizlerim acımıyordu, pes edecek bahanem yoktu. Bakışlarımı adımlarıma dikip öyle devam ettim.
Birkaç kilometre devam ettikten sonra tipi bitti, bu sefer daha yoğun bir sis vardı. İşaretleri zor seçmeye başlayınca saatten haritayı açmaya karar verdim. Yolda Emre ve Oktay beraber koşuyorlardı. Bir süre onlarla beraber koştum. Sonra yavaş yavaş herkes kendi temposuna göre koşmaya devam etti.
Geçen sene olduğu gibi 35k koşanlar, onlardan sonra da 20k koşanlarla karşılaşacağımız, onlarla beraber "finish"e doğru devam edeceğimiz noktaya artık yaklaşıyorduk. Güzel bir avuntuydu bu: İnsanlarla beraber koşmak, onlarla selamlaşmak, onlara destek vermek ve karşılığında onlardan destek almak her zaman iyidir.
Parkurun sonlarındaki yokuş aşağı kısımlarda hala ihtiyatla koşmaya devam ediyordum. Dizlerime zonklamalar girmeye başlamıştı. Normal adım frekansımın dışına çıktığımda kramplar kendini göstermeye başlıyordu. Otomatik savunma mekanizmasıyla mecbur yavaş iniyordum. Yarınlar yokmuş gibi umarsızca paldır küldür aşağı yuvarlanma şansımı ben 3 hafta önce harcamıştım.
Son 3, 4 kilometre en zorlandığım bölüm oldu herhalde. Yokuşlar bitmişti. Düz toprak bir yolda devam ediyorduk. Hep "kaç devrim turu kaldı" diye içimden geçiriyordum. Garip bir şekilde böyle mukavemet gerektiren zorlandığım zamanlarda klasik flamenko müziği dinlemek iyi gelir. Çantamda kulaklığımı aradım fakat düşürdüğümü farkettim. Tahinli helva olayından sonra ikinci darbe oldu bu.
Aslında yarış öncesindeki günler DNF'e kendimi alıştırdığım için 50 km koşmuş olmak benim için yetip de artıyordu. Atletik anlamda tatmin olmuştum. Artık en büyük motivasyonum yarın havaya kaldırmak istediğim sağ yumruktu.
Nihayet o son 500 metre'deki merdivenler. Yine geçen yıl olduğu gibi duygulandım. Soner ve Serhan'ı uzaktan gördüm. Son metreleri beraber koştuk. Onların desteğini hissetmek her zaman harika bir duygu olmuştur.
Böylece saatime göre 56.70 km mesafe ve 2040 irtıfa kazanımına sahip bu parkuru yaklaşık 6 saat 20 dakika ile, genelde 7. ve yaş kategorisinde 1. olarak tamamladım. Daha ne isteyebilirdim ki. Müthiş bir rahatlama vardı üzerimde (hala var).
160k bayrak takımımız da yukarıda bahsettiğim gibi birinci bitirdi.
Beslenme konusunda tasarruf etmeye hiç çalışmadım: koşu boyunca 3 karbonhidrat jeli ve 3 protein barı tükettim. Su tüketimim havanın genel olarak serin olması nedeniyle normalden çok daha az oldu.
Parkurun sonlarındaki yokuş aşağı kısımlarda hala ihtiyatla koşmaya devam ediyordum. Dizlerime zonklamalar girmeye başlamıştı. Normal adım frekansımın dışına çıktığımda kramplar kendini göstermeye başlıyordu. Otomatik savunma mekanizmasıyla mecbur yavaş iniyordum. Yarınlar yokmuş gibi umarsızca paldır küldür aşağı yuvarlanma şansımı ben 3 hafta önce harcamıştım.
Son 3, 4 kilometre en zorlandığım bölüm oldu herhalde. Yokuşlar bitmişti. Düz toprak bir yolda devam ediyorduk. Hep "kaç devrim turu kaldı" diye içimden geçiriyordum. Garip bir şekilde böyle mukavemet gerektiren zorlandığım zamanlarda klasik flamenko müziği dinlemek iyi gelir. Çantamda kulaklığımı aradım fakat düşürdüğümü farkettim. Tahinli helva olayından sonra ikinci darbe oldu bu.
Aslında yarış öncesindeki günler DNF'e kendimi alıştırdığım için 50 km koşmuş olmak benim için yetip de artıyordu. Atletik anlamda tatmin olmuştum. Artık en büyük motivasyonum yarın havaya kaldırmak istediğim sağ yumruktu.
Nihayet o son 500 metre'deki merdivenler. Yine geçen yıl olduğu gibi duygulandım. Soner ve Serhan'ı uzaktan gördüm. Son metreleri beraber koştuk. Onların desteğini hissetmek her zaman harika bir duygu olmuştur.
Böylece saatime göre 56.70 km mesafe ve 2040 irtıfa kazanımına sahip bu parkuru yaklaşık 6 saat 20 dakika ile, genelde 7. ve yaş kategorisinde 1. olarak tamamladım. Daha ne isteyebilirdim ki. Müthiş bir rahatlama vardı üzerimde (hala var).
![]() |
(Fotoğraf: Serhan Poçan) |
![]() |
(Fotoğraf: Murat Ceyhan) |
Önemli bir şey daha: geçen sene de olduğu gibi İznik ve çevre köylerde yaşayan halkın tatlığı, güler yüzlülüğü içimi ısıttı.
Parçası olduğum için gurur duyduğum ORDOS ailesine teşekkür ederim. Aile derken öyle lafın gelişi değil, gerçek bir aile. Ankara'da iyi ki tanımışım dediğim, ilham alıp almaya devam ettiğim insanlar. Sayelerinde harika bir etkinlik yaşadım.
Bir de aylarca hasretini çektiğim 1,5 döneri koşuyu bitirdikten hemen sonra yemiş olmanın verdiği mutluluğu buraya not düşmem lazım!
Sırada neler var?
"Ben ne yapıyorum, neden yapıyorum?" gibi sorulara cevap bulmak. Hayat tarzımı, yediğimi içtiğimi, uyku düzenimi, yaptığım antrenmanların körükleyici duygularını ve motivasyonlarını uzaktan biri gibi gözlemlemek. Zaaflarımı, eksikliklerimi saptamak. Keyifle, bazen de bencilce yaptığım bu şeyi uzun yıllar boyunca sağlıkla sürdürebilmek için yeni, belki de sıfırdan daha bilimsel bir yaklaşıma dayandırmak.
Bunların hepsini özgürlüğümü kısıtlamadan başarabilmek. Ve en önemlisi hepsinden keyif almak.
Bu yazının şarkısı sıkıntılı antrenman döneminde keşfettiğim Citizen Cope'dan "Nite Becomes Day" olsun. İyi dinlemeler.
Bir de aylarca hasretini çektiğim 1,5 döneri koşuyu bitirdikten hemen sonra yemiş olmanın verdiği mutluluğu buraya not düşmem lazım!
Sırada neler var?
"Ben ne yapıyorum, neden yapıyorum?" gibi sorulara cevap bulmak. Hayat tarzımı, yediğimi içtiğimi, uyku düzenimi, yaptığım antrenmanların körükleyici duygularını ve motivasyonlarını uzaktan biri gibi gözlemlemek. Zaaflarımı, eksikliklerimi saptamak. Keyifle, bazen de bencilce yaptığım bu şeyi uzun yıllar boyunca sağlıkla sürdürebilmek için yeni, belki de sıfırdan daha bilimsel bir yaklaşıma dayandırmak.
Bunların hepsini özgürlüğümü kısıtlamadan başarabilmek. Ve en önemlisi hepsinden keyif almak.
Bu yazının şarkısı sıkıntılı antrenman döneminde keşfettiğim Citizen Cope'dan "Nite Becomes Day" olsun. İyi dinlemeler.
No comments:
Post a Comment