Saturday, June 2, 2018

Tahtalı Run to Sky 2018

Yarışa kaydolma süreci
Tahtalı Run to Sky yarışına Ocak 2018'in ilk günlerinde kaydolmaya karar verdim. Bahar ve yaz aylarında Türkiye'de gerçekleşecek yarışların arasından en çok ilgimi çekenlerden biri bu yarıştı. 60k ile 27k'lık parkurlar arasında biraz kararsız kaldıktan sonra yarışın isim babası da sayılan 27k parkuruna kayıt olmaya karar verdim. İlk defa katıldığım yarışlarda daha az iddialı olan parkurla başlayıp yıllar ilerledikçe yarışın daha zor parkurlarını denemek gibi bir planı uygulamaya çalışıyorum.

"Muhteşem" Tahtalı
Bu parkurun özelliği deniz seviyesinden başlamış olup 2365 m yükseklikteki Tahtalı dağında bitmesidir. Daha ilk kayıt olduğumda böyle "hikayesi" olan bir yarışa katılmak fazlasıyla heyecanlandırıyordu beni. Mental olarak kendimi yarışa hazırlamak için aylarca Tahtalı dağından bir manzarayı bilgisayarımın arka planı yaptım. Fakat yarış tarihi yaklaştıkça heyecanımın yerini tedirginlikler ve kendini hazır hissetmemeler aldı. Bu garip duygu değişikliği için üç sebep sayabilirim: (1) Tahtalı'dan 4 hafta önce İznik'te 50k koşmuştum. Bu yarıştan toparlanıp Tahtalı'ya mental olarak kendimi hazırlamam kolay olmadı, (2) Bu parkur benim için yeni, kısa sayılabilecek bir mesafede çok fazla tırmanış var, ve iklimi de koşmak için pek müsait sayılmaz (yarış günü 30 derecelik bir sıcaklık bekleniyordu). Ayrıca şimdiye kadar hiç 2000 m'lerde yarışmamıştım, (3) Yarışta tırmanışın fazla olması sebebiyle baton kullanılması faydalıdır. Geçen seneye kadar da baton yarışta gerekli malzemeler listesindeydi. Ben ise şimdiye kadar hiç batonla bir yarışa katılmamıştım. Bununla kalmayıp batonla koşu antrenmanım da çok azdı. Kendimi ders çalışmadan sınava girmiş öğrenci gibi hissediyordum. Bütün bunlar el ele verince yarış öncesi günlerim alışık olduğum o heyecan ve hırsla geçmedi. Biraz daha düşünceli bir şekilde "acaba bitirebilecek miyim" gibi sorular geçiyordu kafamdan. Bu mentalite de yarışın ilk yarısındaki performansımı etkiledi. Bundan yazının devamında bahsedeceğim.

Hazırlıklar
Bu yarışa spesifik sayılabilecek bir koşu antrenmanı yapmadım. Yukarıda da belirttiğim gibi İznik'teki yarışla olan yakınlığı sebebiyle, aslında o yarıştan toparlanmam ile bu yarışa odaklanma arasında dengeyi sağlamakta zorluk çektim. Aklım ileride yarış olduğu için hep daha çok antrenman yapmak peşindeydi ama bir taraftan da yorgun hissediyordum. Bir şekilde denge kurmaya çalıştım.
Konaklama için Kervan Pansiyon adlı bir yerle iletişime geçtim. Bir süredir haftasonları beraber antrenman yaptığım ve çok sevdiğim ORDOS'tan arkadaşlarımın konakladığı pansiyona yakın olması burayı seçmemdeki önemli etkenlerden biri oldu. Ulaşım için ise uçakla Antalya'ya gidip oradan dolmuşla Çıralı'ya varmayı planladım.

Yarış müzikleri
Her yarış öncesi yaptığım gibi bu yarış için de bir playlist hazırladım. Olur da bir şekilde yarış esnasında dinleyemesem bile yolculuk esnasında ve genel olarak yarış haftası o şarkıları dinlerim. Yani benim için yarışın "soundtrack"i sayılan bir playlist hazırlıyorum. Bu sefer Rock müzik ağırlıklı bir playlist oldu. 18 Mayıs da çok severek dinleyip takip ettiğim Chris Cornell'in birinci ölüm yıldönümü olduğu için onun Audioslave grubu ile kaydettiği şarkılara ağırlık verdim.

Çıralı'ya yolculuk
18 Mayıs cuma günü 10:35'de Ankara'dan Antalya'ya uçak hareketlendi. Havaalanına giden otobüste Minor Empire grubunun Selanik Türküsü yorumunu tekrar tekrar dinledim. Sabah erken saatlerde hep yaşadığım melankoliyle çok iyi gitti.
Uçmadan önce havaalanında korktuğum şey oldu ve batonların uçağa alınmasının yasak olduğunu öğrendim. Bunu öğrendiğimde çantamı bagaja vermiştim ve zaten batonların sığamayacağı kadar da küçüktü. Bagaja "over-size" olarak vermek için üzücü bir miktar ödeyip naylonla sardırmak zorunda kaldım..
Uçakta dinlemek için bir sürü podcast indirmiştim ama sadece Enormocast isimli programın dağ koşucusu Joe Grant ile yaptığı söyleşiyi dinleyebildim. Genel olarak bahsettiği şeyler o kadar hoşuma gitti ki bir daha dinlemek üzere favorilerime ekledim bölümü.
Antalya'ya varınca Havaş ile Konyaaltı'na, oradan da dolmuş ile Çıralı kavşağına kadar gittik. Çıralı kavşağından ise saatte bir dolmuş merkeze hareket ediyor. Onun için kavşaktaki çay satan yerde yarım saat beklemek zorunda kaldık.
Yolda ilk defa Tahtalı dağını görmek için heyecanlanıyordum. Gördüğüm her yüksek tepeye "herhalde burası" diyordum. Fakat nihayet asıl zirveyi görünce içimi korku sardı. "Buraya nasıl tırmanacağız?" dedim içimden. İçimde hissettiğim, aslında normalde olmaması gereken garip bir yorgunluk hissi de bu korkuya sebep olan etkenlerden biriydi. Doğanın ve orada beni bekleyen insanlarla geçireceğim güzel zamanlara odaklanmaya karar verdim.

Çıralı
Çıralı'ya vardığımda fuar alanını görür görmez indim. Havanın sıcağı rahatsız etmeye başlamıştı. Planım fuar alanından yarış kitimi alıp yürüyerek pansiyonuma gitmekti. Haritadan baktığımda bu mesafeyi gayet kısa hayal etmiştim. Fakat kiti alıp telefonumdaki haritanın yardımıyla pansiyona yürümeye başlayınca, üzerimdeki siyah tişört, uzun kot, taşıdığım çantalar ve havanın sıcağıyla beraber git gide sinirlenmeye başladım.
Pansiyona vardığımda bahçenin huzurlu ve samimi ortamı hemen hoşuma gitti. Büyük bir dut ağacı (meyvelerinden yiyemeden edemedim) ve ortalıkta gezen tavuklar sinirimi yatıştırmaya yetti.

Minik huzurlu pansiyonumun bahçesi

Yukarıda da bahsettiğim gibi yan pansiyonda ORDOS'tan tanıdığım arkadaşlar konaklıyordu. Çok enteresan bir tesadüfle bölümden senelerdir arkadaşım olan Berksu da onlarla beraber tatile gelmişti. Odama yerleşip hemen Berksu ile buluşup yemek yedim. Akşama doğru ise tekrar fuar alanına yürüdüm. Bu sefer üzerimde şort, simsiyah olmayan bir tişört vardı o yüzden zorlanmadım. Takımdan insanlarla buluştum, yarınki yarışla ilgili konuştuk.
Akşam saat 19 civarı bir marketten kuruyemiş, yoğurt, su, bir de küçük kavanoz humus alıp odama geri döndüm. Akşam yemeği olarak bunları yerim diye düşünmüştüm ama sonradan karar değiştirip doğru düzgün karnımı doyurmak için yan pansiyona geçtim. Hem oradaki insanlarla da görüşmüş olurdum. Onlarla zaman geçirmeyi seviyorum, sıcakkanlılıkları enerjileri beni her zaman mutlu ediyor.
Saat 21 civarı ayrılıp odama geri döndüm. İçimde garip bir his vardı. Denize çok yakın, etrafımı dağlar sarmış, böceklerin sesi ve yukarıda yıldızlar belli oluyordu. Karanlıkta odama yürürken bütün bu güzelliklerin beni neden rahatsız ettiğini düşündüm. Sebebinin o anki yalnızlığım olduğunu farkettim. Bütün bu güzellikleri birileriyle paylaşmam lazımdı dedim kendi kendime. Güzel şeyler paylaşıldıkça daha da güzelleşir diye düşünüyorum.
Bu soruna bir açıklama bulmanın verdiği hafif memnuniyetle odama girdim. Uyumadan önce annemler, ablam ve dayımla görüntülü konuşmayı planlıyordum. Öyle de yaptım, çok daha rahatlamış bir şekilde yarın için eşyamı hazırlayıp beklediğimden çok daha rahat ve derin bir uykuya daldım.

Çıralı sahili

Yarış günü
Yarış 19 Mayıs saat 7'de başlayacaktı. Alarmımı saat 5'e kurdum. Ne olur ne olmaz diye ablama beni arayıp uyandırmasını rica etmiştim. Pansiyon sorumlusundan da 5:30'da kahvaltı hazırlamasını rica etmiştim.
Sabah uyanıp koşu kıyafetlerimi giymeden kahvaltıya çıktım. Şafak tam sökmemişti. Hava serin. Onlarca, belki de yüzlerce horozun sesi geliyordu yakınlardan, uzaklardan. Kahvaltının olduğu yere yürümeden odamın önünde bir iki dakika öylece durup bu olağanüstü güzelliğe odaklandım. Hava tam aydınlanmadan önceki o zamanlar oldum olası beni etkilemiştir.
Kahvaltıdan sonra tekrar odama dönüp kıyafetlerimi giydim. Pansiyondan çıkıp fuar alanıyla aynı yerde olan Start'a doğru yürümeye başladım.
Herşey beklediğim gibi yolunda gitti. Yarış başladı. Hava serindi fakat birazdan güneşin tam belirmesiyle beraber sıcaklığın rahatsız edici derecede etkili olacağını biliyordum. Fakat bir süre sonra havanın bulutlu olduğunu farkettim. Halbuki hava durumları gökyüzünün açık olacağını söylemişlerdi. Bu iyi haber sayılırdı.
Yarışın ilk kilometreleri düz bir zemindeydi. Sonrasında Yanartaş'a doğru yokuş başladı. Zirvenin korkunç ihtişamını düşünerek kendimi çok zorlamadım. Bunu aslında benim için yeni olan her parkurda yapıyorum. İyi birşey mi kötü mü bilmiyorum. 9. kilometrede olan ilk istasyona keyfim yerinde vardım. Su ikmaline dikkat ettim. Ayrıca biraz da istasyonda su içtim. Birkaç kaşar peyniri de ağzıma tıktıktan sonra yoluma devam ettim.
Parkurun devamında bir araba yolundan karşıya geçmemiz gerekiyordu. Normalde böyle durumlarda jandarma koşucuların güvenliği için yolda bulunur, karşıya geçecek koşucular varsa arabaları durdurur. Böyle bir uygulamanın burada olmaması beni şaşırttı. Neyse ki biz geçerken yol çok da kalabalık değildi.
Benim için birinci istasyonla ikinci istasyon arası kaybolup kaybolmama arasında gidip gelme süreci oldu. Güzel güzel stabilize yolda giderken birden bire başka bir koşucunun uyarmasıyla ya da kendim farketmemle aslında minik bir patikaya sapmam gerektiğini öğreniyordum. Bu arada parkurdaki tırmanış da iyice artmaya başlamıştı. Zemin de genellikle koşulabilir bir durumda değildi. İkinci istasyona kadar İznik Ultra'nın organizatörlüğünden bildiğim Caner Odabaşoğlu ve iki başka koşucu ile beraber koştum. Bana batonu çok verimli kullanamadığımı söyledi nasıl kullanılması gerektiğini gösterdi. Kendisine müteşekkirim. Yolda öğütlediği şeyleri de uygulamaya çalıştım.
İkinci istasyondan sonra parkur çok daha keyifli olmaya başladı. Baton kullanmayı bir başka sefere bırakmaya karar verip koşmaya başladım. Yokuş vardı ama zemin koşmak için müsaitti. Mesafe olarak da Finish'e yaklaşık 9, 8 kilometre kalmıştı. Biraz daha zorlamanın zamanı gelmişti. Psikolojik olarak bu mesafenin beni yıldıramayacak kadar kısa olduğunu düşünüyordum, ki öyle de oldu. Benden önde olan 2 kişiyi bu son kilometrelerde geçtim. Durmadan tırmanmanın nefes kesiciliği ve bacaklarımdaki ağrı içimdeki bir nevi "acıdan keyif alma" duygusunu körüklemeye başlamıştı. Biraz koşu biraz yürüme şeklinde devam ediyordum. Herşey çok iyi gidiyordu. Korktuğum hiçbirşey başıma gelmeyecekti.
Yolda 5:30'da başlamış olan 60K yarışına katılan tanıdıklar bizim çıktığımız yoldan aşağı iniyorlardı. Aralarında tanıdık yüzler görüp selamlaşmak çok iyi geldi.
4 buçuk saat olan bitirme hedefimi tutturmayı çok istiyordum. Bir taraftan da geçtiğim insanların beni tekrar geçmelerine izin vermek istemiyordum. Yukarıya bakınca zirvenin artık yakın olduğunu görebiliyordum ama hala tırmanmam gereken çok yol var gibi geliyordu.
Öyle olmadı. Bitiş sandığımdan daha yakınımdaydı. Nihayet bitişe vardım. Yüzümde gülümseme ile. Yarışı ikinci bitirmiştim. Bitirme sürem ise resmi olarak 4:27:55. Birinci olan İsviçre vatandaşı Fabrizio Guidi ile selamlaşıp birbirimizi tebrik ettik.

Finish'te mutluyum, yüzüm gülüyor


Birkaç şey atıştırdım. Peş peşe 2 maden suyu içtim, ve benden sonra bitirecek olanları tebrik etmek için bekledim. Benim için o günün keyifli anları daha bitmemişti. Bu yazı temel olarak yarış ve öncesinde yaşadıklarımı özetlediğim bir yazı olduğu için yarış sonrasını başka bir yazıda yazmayı düşünüyorum.

Yarışı bitirdikten sonra zirvede çektiğim bir fotoğraf


Beslenme
Mart 2018'de katıldığım Antalya maratonundan beri aslında koşu dünyasında olmazsa olmaz olarak kabul edilen karbonhidrat bazlı jel tüketimini düşürme stratejimi bu yarışta da sürdürdüm. Anatlya maratonunu 2 jel ile bitirmiştim. Nisan'da 50K parkuruna katılıp yaş kategorisinde 2. olarak bitirdiğim İznik Ultra'da da 2 jel almıştım. Bu sefer de aynı şekilde sadece 2 jel aldım. Fakat şimdi düşününce aslında 1 jel bile tüketebilirdim. Sanırım 2 jel benim için psikolojik bir alt limit haline gelmiş.
İstasyonlarda da çoğu şey karbonhidrat bazlı olduğu için sadece kaşar peynir dilimi tükettim. Bir de son istasyonda iki maden suyu aldım ve iki bardak domates çorbası içtim.

Organizasyon
Bu konuda fazla yorumda bulunacak kadar tecrübeli sayılmam. Fakat bitişte bulunan gönüllülerden birinin, aslında bitiren koşucular için düşünülmüş olan sandalyelere oturup sigara içmesi beni rahatsız etmişti.
Onun dışında herşey çok güzeldi. İstasyonlardaki yiyecekler boldu. Zirvedeki çorba da çok lezzetliydi! Polat Dede'ye ve emeği geçen herkese çok teşekkür ederim.

Ödül töreni ve dönüş
Pazar günü sabah saat 12'de ödül töreni düzenleneceği söylendi. O gün sabah sandığımdan erken uyandım. Sorun değildi. Serin havanın ve sükunetin keyfini çıkarmak kötü fikir sayılmazdı.
Saat 9 civarı kahvaltımı bitirdikten sonra ödememi yapıp eşyamı toplamak için odama geri döndüm. Hazırlanıp yan pansiyona geçtim. Batonlarımı arabayla Ankara'ya dönecek olan arkadaşıma bıraktım. Biraz zaman geçirip insanlarla lafladıktan sonra fuar alanına, ödül töreninin gerçekleşeceği yere geçtik. Hava düne göre daha çok daha sıcaktı. Güneş yakıyordu. Dün şanslıydık.

Sevdiğim insanlarla kürsüye çıkmanın verdiği keyif bir başka (tokalaştığım tecrübeli dağcı, idol olarak gördüğüm Bora Maviş)

Ödül töreninde kayda değer herhangi birşey yaşanmadı. Herşey beklendiği gibi geçti. Saat 13'de aslında tören tam bitmeden Çıralı kavşağında çıkan dolmuşu kaçırmamak için oradan ayrıldım. Kavşakta biraz bekledikten sonra Antalya'ya giden dolmuşa binip şehir merkezindeki büyük Migros'ta indim. Yemek yedikten sonra yine aynı yerde bulunan Havaş durağına gidip havaalanına gitmek üzere araca bindim.
Herşey pürüzsüz bir şekilde ilerledi. Uçağa bindim. Ankara'ya yaklaştıkça bulutlar arttı, manzara güzelleşti. Enormocast podcast programının bir başka bölümünde dağcı Steve House ile yapılan söyleşiyi dinliyordum.
Böylece stresli çıktığım yolculuğu müthiş bir tatminle bitirmiş oldum.
Ben Ankara'ya varmadan birkaç saat önce seller sular akıyormuş şehirde. Hava serindi. Çok iyi geliyordu bu.

Tahtalı dağında geçirdiğim zamanların en unutulmaz anında durup yerden aldığım taş parçası, Zeus'un armağanı


No comments:

Post a Comment

Aladağlar Sky Trail - Volunteering - August 2024

The trip to Aladaglar mountains in the heart of Turkey, to volunteer in Aladaglar Sky Trail. This race, the people organizing it, these moun...