Aladağlar ile ilgili genel bilgiler
Aladağlar Niğde-Kayseri-Adana illeri arasında bulunan, doğu-Toroslar dağ silsilesine ait zirveler grubundan oluşmaktadır.
19. yüzyılın ortalarından itibaren Avrupalı jeologlar ve botanikçiler Aladağlar'a gelmeye başlamışlar. 20. yüzyılın ilk yarısında ise Alman ve Avusturyalı dağcılar bu dağ silsilesinin en yüksek zirvelerine çıkmayı başarmışlardır. 1945 yılında ilk defa Türk bir ekip Demirkazık zirvesine çıkmıştır. Bu yıllardan sonra zamanla Aladağlar hem Türk hem de yabancı dağcı ve araştırmacıların artan ilgisine şahit olmuştur. Bugün ise Ankara'ya yakın olması, genel olarak ulaşımının kolay olması, birçok zirvenin bir arada olması ve çeşitli dağcılık faaliyetlerini yapma olanağını mümkün kılması bakımından Türkiye'nin en önemli dağcılık merkezlerinin başında gelmektedir. Bugün bile zengin özelliklere sahip olan bu dağlar keşfedilmeyi bekleyen birçok maceraya sahiptir.
Aşağıda belirttiğim kaynakta bu dağ silsilesi 4 bölgeye ayrılmıştır: (1) Kuzey bölgesi, (2) Yedigöller bölgesi, (3) Güney bölgesi, (4) Torasan bölgesi. Aladağlar'ın en yüksek zirvesi Kızılkaya (3767 m) ve 3. en yüksek zirvesi Emler (3723 m) Yedigöller bölgesi içinde sayılır. 2. en yüksek zirve olan Demirkazık (3756 m) ise Kuzey bölgesi içindedir.
Bizim birinci gün etkinliğimizde hareketimizi başladığımız Sokullupınar yaylası Kuzey bölgesine aitken, Emler'e doğru patikayı takip edip Karayalak vadisine girdiğmizden itibaren Yedigöller bölgesine girmiş olduk. İkinci gün takip ettiğimiz rotada ise hep güney bölgesinde olmamıza karşın, Sakartaş'a geldiğimiz noktada bu böglenin yedigöller bölgesi ile olan sınırına ulaşmıştık.
Aladağlar ile bilgili daha detaylı bilgilere ulaşmak için aşağıdaki kaynaktan faydalanılabilir.
Açılış
Aladağlar Sky Trail yarışı için her sene yarıştan önce organizasyon ile beraber gönüllü olacak arkadaşlar 3, 4 kez Aladağlar'a gidip hazırlık çalışmaları gerçekleştirir. Ben de bu şekilde gönüllü olarak 9-10 Haziran arasında gerçekleştirilen hazırlıklara katıldım. Bu hazırlık etkinliğinde yaklaşık 25 gönüllü vardık. Her iki gün organizasyon ekibi ile beraber 2 veya 3 gruba ayrılıp farklı rotalara yöneldik. Aşağıda bu kapsamda parçası olduğum gönüllü grubu ile yapılan etkinliklerin bir özetini yazıyorum.
Karayalak vadisi |
19. yüzyılın ortalarından itibaren Avrupalı jeologlar ve botanikçiler Aladağlar'a gelmeye başlamışlar. 20. yüzyılın ilk yarısında ise Alman ve Avusturyalı dağcılar bu dağ silsilesinin en yüksek zirvelerine çıkmayı başarmışlardır. 1945 yılında ilk defa Türk bir ekip Demirkazık zirvesine çıkmıştır. Bu yıllardan sonra zamanla Aladağlar hem Türk hem de yabancı dağcı ve araştırmacıların artan ilgisine şahit olmuştur. Bugün ise Ankara'ya yakın olması, genel olarak ulaşımının kolay olması, birçok zirvenin bir arada olması ve çeşitli dağcılık faaliyetlerini yapma olanağını mümkün kılması bakımından Türkiye'nin en önemli dağcılık merkezlerinin başında gelmektedir. Bugün bile zengin özelliklere sahip olan bu dağlar keşfedilmeyi bekleyen birçok maceraya sahiptir.
Aşağıda belirttiğim kaynakta bu dağ silsilesi 4 bölgeye ayrılmıştır: (1) Kuzey bölgesi, (2) Yedigöller bölgesi, (3) Güney bölgesi, (4) Torasan bölgesi. Aladağlar'ın en yüksek zirvesi Kızılkaya (3767 m) ve 3. en yüksek zirvesi Emler (3723 m) Yedigöller bölgesi içinde sayılır. 2. en yüksek zirve olan Demirkazık (3756 m) ise Kuzey bölgesi içindedir.
Bizim birinci gün etkinliğimizde hareketimizi başladığımız Sokullupınar yaylası Kuzey bölgesine aitken, Emler'e doğru patikayı takip edip Karayalak vadisine girdiğmizden itibaren Yedigöller bölgesine girmiş olduk. İkinci gün takip ettiğimiz rotada ise hep güney bölgesinde olmamıza karşın, Sakartaş'a geldiğimiz noktada bu böglenin yedigöller bölgesi ile olan sınırına ulaşmıştık.
Aladağlar ile bilgili daha detaylı bilgilere ulaşmak için aşağıdaki kaynaktan faydalanılabilir.
Açılış
Aladağlar Sky Trail yarışı için her sene yarıştan önce organizasyon ile beraber gönüllü olacak arkadaşlar 3, 4 kez Aladağlar'a gidip hazırlık çalışmaları gerçekleştirir. Ben de bu şekilde gönüllü olarak 9-10 Haziran arasında gerçekleştirilen hazırlıklara katıldım. Bu hazırlık etkinliğinde yaklaşık 25 gönüllü vardık. Her iki gün organizasyon ekibi ile beraber 2 veya 3 gruba ayrılıp farklı rotalara yöneldik. Aşağıda bu kapsamda parçası olduğum gönüllü grubu ile yapılan etkinliklerin bir özetini yazıyorum.
Yola çıkış
8 Haziran Cuma günü Saat 23'te gönüllüler olarak 100. Yıl İzci Parkı'ndan hareket ettik. Yolda verdiğimiz 2 moladan sonra sabah saat 4:40 civarı ORDOS dağevine vardık. Hava tam aydınlanmamıştı fakat Demirkazık bütün ihtişamını gösteriyordu.
Saat 5:30'da kahvaltı başlayacaktı. Hemen içeri girip uyku tulumlarımızı açıp uyumayı denedik fakat ben şahsen bu kısa sürede uyuyamadım. Zaten minibüste de doğru düzgün uyudum sayılmazdı. Direnmemeye karar verip kahvaltıya hazırlanmaya başladım.
Sabahın ilk saatlerinde Demirkazık |
Saat 5:30'da kahvaltı başlayacaktı. Hemen içeri girip uyku tulumlarımızı açıp uyumayı denedik fakat ben şahsen bu kısa sürede uyuyamadım. Zaten minibüste de doğru düzgün uyudum sayılmazdı. Direnmemeye karar verip kahvaltıya hazırlanmaya başladım.
Birinci gün
Kahvaltıdan sonra saat 6:30'da hareket edecektik. Ben Sokullupınar'dan başlayıp Emler zirvesini hedefleyen ekipteydim. Bu ekipte Fatmagül (Yıldırım), Gül (Çolak), Cüneyt, Erkan (Vural), Mehmet (Kaşkır), Mert (Türedioğlu) ve Siamak vardı. Yani toplam 7 gönüllü vardık.
Kullandığım tek baton modeli olan Komperdell Highlander AS batonlarımı yanıma almıştım. Uzun koşularda kullandığım 12 litrelik Salomon çantayı kullandım. Bize 3 lt su bulundurmamız gerektiği söylenmişti. Yola çıkmadan önce 1,5 lt de alabiliriz dendi çünkü yol üstünde pınarlar olacaktı. Fakat ben yine de çantama toplam 2,5 lt su aldım. Onun dışında bir paket ceviz içi, çiğ fındık ve kuru üzüm almıştım. Bunlar dışında çantada 1 uzun kollu üst, 1 buff, 1 çift eldiven, kafama boynumu da koruyacak şapka, ve Duygu'dan ödünç aldığım yağmurluk/rüzgarlık vardı. Tabiki telefonu da almıştım. Ayakkabı olarak Salomon X-Mission 3'lerimi giymiştim. Aslında bu ayakkabılar gayet hafif, ve yalıncak gibi toprak araziye uygun, fakat diğer daha sert olan Mammut ayakkabılarım garantiye verdiğimden mecbur bunlar vardı elimde. İleride ayakkabıların performansından bahsedeceğim. Üstüme de uzun pantolon (şort iyi fikir olmayacak dendi) ve bir tişört giymiştim. Güneş kremini Ankara'dan yanıma almış olmama rağmen sabah sürme fırsatım olmadı. Neyseki yüksek irtifaya çıktıkça ve güneş tepemize vurmaya başlayınca Gül'den biraz alıp boynuma sürdüm.
Arabayla Sokullupınar'dan Gelincik Kayaları kamp alanına varıp orada indik ve Emler zirvesi patikasını takip etmeye başladık. Başladığımızda 2130 m yüksekliğindeydik. Başta düz toprak olan zemin zamanla çarşak olmaya başladı. Böylece kapıya doğru yükselmeye başladık. Kapı, bir vadiden diğerine geçiş yapmayı sağlayan dar geçit demek. Uzaktan bakınca çıkmaz gibi görünür, fakat ilerledikçe dar bir geçit olduğu belli olur. Bu noktada sonradan Strava kaydıma bakınca saatimdeki GPS verilerinin de biraz saçmalamış olduğunu gördüm. Tempomuz çok hızlı olmamakla beraber, yürüyüş için yavaş da sayılmazdı. Sabit bir tempoyla ilerlemeye devam ediyorduk.
Kapıya vardığımızda Erkan bana iki farklı çarşak yolunu gösterdi: biri küçük taşların olduğu "iniş çarşağı", diğer yolda ise görece daha büyük taşlar vardı. Doğru teknik kullanarak iniş çarşağından çok hızlı ve keyifli bir şekilde inmek mümkün. Bunu o gün ve ertesi gün inişe geçtiğimizde birkaç defa denedim. Büyük olan taşlar ise ayak basıldığında aşağı doğru sürüklenmediklerinden çıkış için çok daha uygun. Kapıda 2600 m yüksekliğine çıkmıştık. Bu noktadan sonra vadide ilerlemeye devam ettik. Yazının kaynak kısmında belirttiğim kitapta bu vadinin adı Karayalak Vadisi olarak geçiyor. Emler'in etkileyici görüntüsü belirmeye başlamıştı. Az daha ilerledikten sonra Kızılkaya da görünmeye başladı. Bu zirve 3770 m ile Aladağlar silsilesinin en yüksek noktası. Ondan sonra 3756 m ile Demirkazık, ve 3723 m ile Emler geliyor. Kızılkaya'ya Karayalak vadisinden bakınca karakteristik basamak gibi görüntüsünden hemen tanıyabilirsiniz. Yol üstünde rüzgar sert esmeye başlamıştı. Ben de üşümemek için rüzgarlığı giydim. Gayet belirgin olan patikayı takip edip Dinlenme Taşı olarak bilinen patika üzerindeki büyük taşa vardık. Oradan devam edip yükseklik olarak yaklaşık 3300 m'lerde olan Çelikbuyduran pınarına vardık. Buradan akacak olan suyu düşünerek su ikmali yapmayı planlıyorduk ama ne yazık ki suyun donduğunu ve akmadığını farkettik. Yol üstünde çok kısa kar üzerinden geçişler yapmak zorunda kaldık fakat zaten kar tahminimizden çok daha azdı. Çelikbuyduran'dan ilerlemeye devam ettik ve bele varmadan önce çantalarımızı bırakıp öyle devam etmeye karar verdik. Bu arada ben yol üstünde hava ısınınca çıkardığım rüzgarlığımı tekrar giydim. Çıkışa devam edip yüksekliği yaklaşık 3400 m olan bele vardık. Karşıya bakınca Yedigöller bölgesi görünüyordu. Hatta göllerden biri de belli oluyordu. Kafamı sola dönünce Emler'e çıkan patika, sağa dönünce Kızılkaya vardı.
Belden Emler'e doğru çarşak patika koşu için çok müsaitti, böylece zirveye doğru biraz koşmaya karar verdim. Uzun süre yürüdükten sonra nabzımın yükselmesi ve tempomun artması çok iyi gelmişti. Aynı zamanda 3400 m'lerde koşmanın nasıl bir his olduğunu öğrenmek istiyordum. Biraz daha çıkmaya devam ettik, fakat liderimiz Erkan zirveye kadar çıkmamamıza karar verdi. Bunun için şu sebepler sayılabilir: suyumuz azdı ve eğer zirveye çıkıp inseydik 1 saatten fazla bir süre geçecekti ve su ihtiyacımız kritik hale gelecekti. Bir de patika üzerinde karlar vardı. Bunun için alternatif patika bulmamız gerekecekti. Erkan bu riske girmek istemedi. Böylece zirveden 80 m aşağıda, yaklaşık 3590 m'de durduk. Bu kadar yüksekte bulutlar neredeyse kafamızın tam üzerindeydi, devinimlerini gayet net görebiliyorduk. Uzaktaki bulutlarla da aynı yüksekliteydik. Buralarda olmak çok güzel bir duyguydu. Uzaktaki Kaldı zirvesi bütün ihtişamıyla belli oluyordu. Biraz manzarayı izledikten sonra inişe geçtik.
Bele kadar olan iniş de çarşak inişi tekniğini denemek için müsaitti o yüzden keyifli ve hızlı bir iniş yaptık. Bele vardıktan sonra ekiple beraber çok da acele etmeden inmeye başladık. Yol üstünden çantamızı aldık. Bazı yerlerde yine çarşak inişi denedik. Aynı zamanda inerken Aladağlar Sky Trail yarışı için patika üzerinde birkaç baba yaptık. Bu arada etkinliğimiz planladığımızdan erken biteceği için şöförü arayıp erken gelmesini istedik. Yolda yine birkaç oyalanmadan ve moladan sonra Gelincik Kayaları kamp alanına vardık. Hava sıcaktı. Araba bizden az sonra vardı. Binip dağevine doğru yola çıktık. Böylece 6 saat 31 dk süren 17,8 km'lik birinci gün etkinliğimiz bitmiş oldu.
Kapıya doğru ilerlerken, yükseldikçe bitki örtüsü azalmaya başlıyor |
Kapıya vardığımızda Erkan bana iki farklı çarşak yolunu gösterdi: biri küçük taşların olduğu "iniş çarşağı", diğer yolda ise görece daha büyük taşlar vardı. Doğru teknik kullanarak iniş çarşağından çok hızlı ve keyifli bir şekilde inmek mümkün. Bunu o gün ve ertesi gün inişe geçtiğimizde birkaç defa denedim. Büyük olan taşlar ise ayak basıldığında aşağı doğru sürüklenmediklerinden çıkış için çok daha uygun. Kapıda 2600 m yüksekliğine çıkmıştık. Bu noktadan sonra vadide ilerlemeye devam ettik. Yazının kaynak kısmında belirttiğim kitapta bu vadinin adı Karayalak Vadisi olarak geçiyor. Emler'in etkileyici görüntüsü belirmeye başlamıştı. Az daha ilerledikten sonra Kızılkaya da görünmeye başladı. Bu zirve 3770 m ile Aladağlar silsilesinin en yüksek noktası. Ondan sonra 3756 m ile Demirkazık, ve 3723 m ile Emler geliyor. Kızılkaya'ya Karayalak vadisinden bakınca karakteristik basamak gibi görüntüsünden hemen tanıyabilirsiniz. Yol üstünde rüzgar sert esmeye başlamıştı. Ben de üşümemek için rüzgarlığı giydim. Gayet belirgin olan patikayı takip edip Dinlenme Taşı olarak bilinen patika üzerindeki büyük taşa vardık. Oradan devam edip yükseklik olarak yaklaşık 3300 m'lerde olan Çelikbuyduran pınarına vardık. Buradan akacak olan suyu düşünerek su ikmali yapmayı planlıyorduk ama ne yazık ki suyun donduğunu ve akmadığını farkettik. Yol üstünde çok kısa kar üzerinden geçişler yapmak zorunda kaldık fakat zaten kar tahminimizden çok daha azdı. Çelikbuyduran'dan ilerlemeye devam ettik ve bele varmadan önce çantalarımızı bırakıp öyle devam etmeye karar verdik. Bu arada ben yol üstünde hava ısınınca çıkardığım rüzgarlığımı tekrar giydim. Çıkışa devam edip yüksekliği yaklaşık 3400 m olan bele vardık. Karşıya bakınca Yedigöller bölgesi görünüyordu. Hatta göllerden biri de belli oluyordu. Kafamı sola dönünce Emler'e çıkan patika, sağa dönünce Kızılkaya vardı.
Arkamda Emler, karşımda Kızılkaya, ekiptekiler belin üzerinden Emler'e doğru ilerliyorlar |
Belin devamında yedigöller bölgesi var. Hatta dikkatle bakarsanız göllerden biri de belli oluyor. |
Belden Emler'e doğru çarşak patika koşu için çok müsaitti, böylece zirveye doğru biraz koşmaya karar verdim. Uzun süre yürüdükten sonra nabzımın yükselmesi ve tempomun artması çok iyi gelmişti. Aynı zamanda 3400 m'lerde koşmanın nasıl bir his olduğunu öğrenmek istiyordum. Biraz daha çıkmaya devam ettik, fakat liderimiz Erkan zirveye kadar çıkmamamıza karar verdi. Bunun için şu sebepler sayılabilir: suyumuz azdı ve eğer zirveye çıkıp inseydik 1 saatten fazla bir süre geçecekti ve su ihtiyacımız kritik hale gelecekti. Bir de patika üzerinde karlar vardı. Bunun için alternatif patika bulmamız gerekecekti. Erkan bu riske girmek istemedi. Böylece zirveden 80 m aşağıda, yaklaşık 3590 m'de durduk. Bu kadar yüksekte bulutlar neredeyse kafamızın tam üzerindeydi, devinimlerini gayet net görebiliyorduk. Uzaktaki bulutlarla da aynı yüksekliteydik. Buralarda olmak çok güzel bir duyguydu. Uzaktaki Kaldı zirvesi bütün ihtişamıyla belli oluyordu. Biraz manzarayı izledikten sonra inişe geçtik.
Emler, arkamda Kızılkaya var. |
Bele kadar olan iniş de çarşak inişi tekniğini denemek için müsaitti o yüzden keyifli ve hızlı bir iniş yaptık. Bele vardıktan sonra ekiple beraber çok da acele etmeden inmeye başladık. Yol üstünden çantamızı aldık. Bazı yerlerde yine çarşak inişi denedik. Aynı zamanda inerken Aladağlar Sky Trail yarışı için patika üzerinde birkaç baba yaptık. Bu arada etkinliğimiz planladığımızdan erken biteceği için şöförü arayıp erken gelmesini istedik. Yolda yine birkaç oyalanmadan ve moladan sonra Gelincik Kayaları kamp alanına vardık. Hava sıcaktı. Araba bizden az sonra vardı. Binip dağevine doğru yola çıktık. Böylece 6 saat 31 dk süren 17,8 km'lik birinci gün etkinliğimiz bitmiş oldu.
Kullandığım ayakkabı bol çarşaklı bu rota için uygun değildi. İnişlerde sürekli kayma tehlikesiyle karşı karşıya kaldım. Bir iki noktada hafif düştüm. Bu anlarda da batonun önemini kavradım. Batona tutunarak düşmemi önledim birkaç kez. Bazen ise büyük taşların üzerinden elimde baton olmadan daha hızlı zıplayıp geçebileceğimi farkettim. O zamanlarda ise batonları elime alıp hızlandım. Fakat genel olarak baton bu yürüyüş için olmazsa olmazdı.
Bir haftadır, ayağımı burkmamdan kaynaklı ayak bileğimdeki ağrı da etkinliğin sonlarına doğru rahatsız etmeye başlamıştı. Engebeli zeminlerde ayağımı ister istemez düz olmayan yerlere basıyordum. Bu da ağrıyan bileğime yük binmesine sebep oluyordu. Fakat bu asıl sonraki gün ciddi ağrılara sebep olacaktı.
Bir önemli nokta da bunun gibi sürekli ve yaklaşık 2000 m gibi gayet yüksek bir çıkışa sahip olan bir rotada su almayı kesinlikle ihmal etmemek. Dağ hastalıkları ile ilgili gerekli bilgilere sahip olmak gerekir. Az su alarak ve hızlı olan çıkışlar en hafifinden baş ağrısına, veya bazı durumlarda daha da tehlikeli etkilere sebebiyet verebilir.
Bir önemli nokta da bunun gibi sürekli ve yaklaşık 2000 m gibi gayet yüksek bir çıkışa sahip olan bir rotada su almayı kesinlikle ihmal etmemek. Dağ hastalıkları ile ilgili gerekli bilgilere sahip olmak gerekir. Az su alarak ve hızlı olan çıkışlar en hafifinden baş ağrısına, veya bazı durumlarda daha da tehlikeli etkilere sebebiyet verebilir.
İkinci gün
İlk gün olduğu gibi bugün (10 Haziran 2018) de sabah 5:30'da kahvaltı yapıp 6:30'da hareket edecektik. Bu sefer benim katıldığım ekipte duayen dağcılar Bora (Maviş) ve Serhan (Poçan) dışında Duygu (Ören), Erkan (Vural), Ersin (Çelik), Kamil (Urgun), Musa (Batır) ve Siamak vardı. Planımız Sarımehmetler yurdundan başlayıp Emli vadisinden devam edip oradan Eznevit yaylasına çıkıp, mümkünse oradan Sakartaş'a doğru gidip geri dönmekti.
Yanıma dün aldığım şeylerin tamamen aynısını aldım. Fakat bu sefer hava hep rüzgarsız ve sıcak olduğundan yağmurluğa ihtiyaç duymadım. Öğleden sonra saat 13 ile 15 arası fırtına ve yağmur bekleniyordu fakat bizim 5 saatlik etkinliğimiz boyunca hava hep açıktı.
Sarımehmetler yurdu |
1770 m yükseklikte bulunan Sarımehmetler yurdundan Emli vadisine doğru harekete başladık. Dün katettiğimiz rotaya karşı burası ormanlıktı. Vadinin içindeki bu ormanlık alan yaklaşık 4,5 km sürdü.
Biraz daha yürüyüşe devam ettikten sonra Kocadölek kamp alanına varmış olduk. Yüksekliğimiz 2100 m civarındaydı. Buradan güneye baktığımızda Parmakkaya'yı görebilirsiniz, ve adından nereyi kastettiğimi hemen anlarsınız. Bu tepe kaya tırmanışı için çok keyifli olmalı. Ki anladığım kadarıyla üzerinde rota(lar) mevcut, ve hatta Bora ve eşi Elif buraya tırmanmışlar.
Arkamızı Parmakkaya'ya dönüp karşıya doğru patikadan çıkmaya başladık. Bu arada Serhan aşağıdan direkt Eznevit yaylaya doğru giden patikayı takip edip bizden ayrıldı. Biz ise yakında bulunan ve uzun sayılabilecek bir çarşak çıkışı olan suyu hedefledik. Bu çıkışta sadece iyi bir kondisyona sahip olmak yeterli değildi, bu tarz zeminlerde nasıl çıkmak gerektiğini de bilmek lazım. O yüzden ilk başlarda küçük taşlara ayağımı basıp 2 adım çıkıp 1,5 adım taşlarla beraber aşağı kayıyordum. Biraz böyle zorlana zorlana çıkmaya çalıştıktan sonra benden önde çıkan Erkan büyük taşların olduğu minik bir patikamsı zigzag yolu takip etmem gerektiğini söyledi. Böyle yapmaya başlayıp biraz daha hızlandım. Bu yolları keçiler hızlıca çıkmak için kullanıyorlardı. Gerçek anlamda dağ keçilerinin yolundaydık yani. Bora tabiki hepimizden önce çok hızlı bir şekilde suya varmıştı bile.
Ben de yüksekliği 2500 m olan bu noktaya nihayet vardım. Suyun yere indiği nokta karla kaplıydı. O yüzden sesini duyup indiği yeri göremiyorduk, fakat dağ ile karın arasında oluşan yarıktan girip suya ulaşmak mümkündü. Öyle yapıp buz gibi soğuk müthiş suyun tadına baktım. Birşeyler atıştırdıktan sonra çok oyalanmadan hızlı bir şekilde aşağı indik ve biz de Eznevit yaylaya doğru giden patikaya bağlanıp tekrar batıya doğru yukarı çıkmaya başladık. Bu sefer patika düz ve koşmak için çok müsaitti. Buralarda Bora, Erkan ve ben koşarak devam ettik. Nihayet beklediğim koşu ortamını bulmuştum. Arada durup vadinin karşısındaki dağların fotoğrafını çekiyorduk. Bora bunu kendi projelerine rota çizimi gerçekleştirmek için yaparken ben sadece görüntünün güzelliğini kaydetmek için yapıyordum. Bu patikalarda keçilerin ayak izlerini görmek mümkündü. Ne kadar büyük ayakları olduklarını görmek beni etklemişti. Canlı olarak görme şansım olmadı fakat cüsselerinin çok büyük olduğunu, ve bu yüzden yerel halkın onlara "geyik" dediğini duymuştum.
Yükseldikçe eğim azalmaya başladı, buralarda koşmak çok keyifliydi. Bir ara tam önümden gelengi zıplayıp geçti. Gelengi çok şirin görünüşlü, sincaba benzeyen bir hayvan. Buralarda bir çok yerde denk geldik. Yolun devamında Eznevit yaylasına varmış olduk. Burası yemyeşil çok güzel bir alan. Kamp alanı olarak da kullanılıyor. Bora ve Erkan ile hatıra fotoğrafı çekindikten sonra Bora oradan kuzeye, Sakartaş'a doğru yöneldi. Ben de arkasından yetişmeye çalışıyordum. Erkan ise geride kalanları beklemek üzere yaylada kaldı.
Benim için bu 3 km'lik yine koşu için müsait olan patikada koşmak biraz acı verici oldu ve bunda iki ayağımın da etkisi vardı: sol ayağımdaki bilek ağrısı artmıştı, bir de aşağıya doğru eğimli olan düz bir patikada koştuğumuzdan bileğime yük bindikçe daha çok acıyordu, sağ ayağımda ise bir önceki sert çarşak inişlerinden sonra bileğin tam üzerinde çorabım aşınmadan kaynaklı yırtılmıştı ve ayakkabım direkt bileğimde yara oluşturmaya başlamıştı. Yine aynı eğim ayakkabımı direkt ayağıma dokunmasına ve yaranın ve acının artmasına sebep oluyordu. Yüksek irtifada koşmanın verdiği durum da eklenince arada durup biraz yürümek zorunda kalıyordum. Nihayet uzakta Bora ve Serhan'ın buluştuklarını gördüm. Ben de onlara Sakartaş'ın orada vardım ve beraber tarihi bir manzaraya şahit olduk. Oradan Emler ve Kızılkaya zirveleri görünüyordu. Yani oradan inme durumunda direkt dün gittiğimiz vadiye çıkmış olacaktık. Serhan bana "şanslısın, yüzyıldır hiçbir dağcının gerçekleştirmediği geçişi görüyorsun" dedi. Ben zaten bu ustalarla beraber dağa çıkmanın her anının benim için bir şans olduğunun hep farkındaydım. Bu noktada yüksekliğimiz 2430 m idi.
Buradan yine koşarak Eznevit yaylaya doğru yola çıktık. Bu sefer eğim tersten olduğu için iki ayak bileğim de daha rahattı. Yaylada ekibin geri kalanıyla birleşip tepenin güney batı yüzünden, yanı Sarımehmet yurduna doğru paldır küldür inmeye başladık. Burası çarşak, ve daha büyük kayaların oluşturduğu bir inişti, dikkatle ama aynı zamanda öndekilerden kopmamaya çalışarak iniyordum. Burkulmuş ayak bileğimi tekrar burkmuş, acım daha da artmıştı. Biraz daha indikten sonra bir patika bulup onun üzerinden devam ettik. Ayak bileğimin acısına rağmen devam ediyordum. Şaşırarak ve biraz da sevinerek, direkt arabadan indiğimiz noktaya, insanların çadırlarını kurduğu Sarımehmet yurduna indiğimizi gördüm. Gayet sert bir iniş olmuştu: 3 km'de 700 m'den fazla. Oradaki tuvaletin yanında bulunan suyun içilebilir olduğundan emin olduktan sonra yaklaşık 1 lt su içtim. Bizi sabah bırakan araba da orada bizi bekliyordu. Eşaymızı arabaya yükledikten sonra çok da oyalanmadan yola çıktık. İçimde yorgunlukla beraber müthiş bir tatmin duygusu vardı. Etkinlik yaklaşık 5 saat sürmüştü, 20 km yol katetmiştik.
Ayakkabımın bu yollar için yetersiz olduğunu bir kez daha farketmiştim. Ağır olsa bile biraz daha sert ayakkabılar kullanılmalı. Aynı zamanda batonun faydasını da çokça gördüm. Birkaç kez beni düşmekten kurtardı. Aynı zamanda uzun saatler kullanınca ellerimin nasır bağlayacağını söylemişti Bora bana. Nasır bağlayacak kadar uzun bir yola çıkmamıştık biz fakat avuç içlerimde biraz etkisini hissediyordum. Ellerimin alışması gerekecek buna.
Son olarak, Emli vadisinde durduğumuz bir su molasında Serhan'ın söylediği, ve unutulmaması gereken bir cümleyi eklemek istiyorum: "Dağa çıkarken herkesin kendi suyunu alması kendi sorumluluğundadır, fakat ekipte her kişide bulunan su bütün ekibe aittir." Bu bence hayatın her aşamasında dikkate alınmalı. İnsanlar dayanışma içinde olmadan yaşayamazlar. Evrimimizin bir parçası da bu.
Emli vadisi, tam karşıda Sulağan tepesi belli oluyor. |
Biraz daha yürüyüşe devam ettikten sonra Kocadölek kamp alanına varmış olduk. Yüksekliğimiz 2100 m civarındaydı. Buradan güneye baktığımızda Parmakkaya'yı görebilirsiniz, ve adından nereyi kastettiğimi hemen anlarsınız. Bu tepe kaya tırmanışı için çok keyifli olmalı. Ki anladığım kadarıyla üzerinde rota(lar) mevcut, ve hatta Bora ve eşi Elif buraya tırmanmışlar.
Parmakkaya |
Arkamızı Parmakkaya'ya dönüp karşıya doğru patikadan çıkmaya başladık. Bu arada Serhan aşağıdan direkt Eznevit yaylaya doğru giden patikayı takip edip bizden ayrıldı. Biz ise yakında bulunan ve uzun sayılabilecek bir çarşak çıkışı olan suyu hedefledik. Bu çıkışta sadece iyi bir kondisyona sahip olmak yeterli değildi, bu tarz zeminlerde nasıl çıkmak gerektiğini de bilmek lazım. O yüzden ilk başlarda küçük taşlara ayağımı basıp 2 adım çıkıp 1,5 adım taşlarla beraber aşağı kayıyordum. Biraz böyle zorlana zorlana çıkmaya çalıştıktan sonra benden önde çıkan Erkan büyük taşların olduğu minik bir patikamsı zigzag yolu takip etmem gerektiğini söyledi. Böyle yapmaya başlayıp biraz daha hızlandım. Bu yolları keçiler hızlıca çıkmak için kullanıyorlardı. Gerçek anlamda dağ keçilerinin yolundaydık yani. Bora tabiki hepimizden önce çok hızlı bir şekilde suya varmıştı bile.
Suyun olduğu yere doğru çarşak çıkışı. İnişi müthiş eğlenceliydi! |
Ben de yüksekliği 2500 m olan bu noktaya nihayet vardım. Suyun yere indiği nokta karla kaplıydı. O yüzden sesini duyup indiği yeri göremiyorduk, fakat dağ ile karın arasında oluşan yarıktan girip suya ulaşmak mümkündü. Öyle yapıp buz gibi soğuk müthiş suyun tadına baktım. Birşeyler atıştırdıktan sonra çok oyalanmadan hızlı bir şekilde aşağı indik ve biz de Eznevit yaylaya doğru giden patikaya bağlanıp tekrar batıya doğru yukarı çıkmaya başladık. Bu sefer patika düz ve koşmak için çok müsaitti. Buralarda Bora, Erkan ve ben koşarak devam ettik. Nihayet beklediğim koşu ortamını bulmuştum. Arada durup vadinin karşısındaki dağların fotoğrafını çekiyorduk. Bora bunu kendi projelerine rota çizimi gerçekleştirmek için yaparken ben sadece görüntünün güzelliğini kaydetmek için yapıyordum. Bu patikalarda keçilerin ayak izlerini görmek mümkündü. Ne kadar büyük ayakları olduklarını görmek beni etklemişti. Canlı olarak görme şansım olmadı fakat cüsselerinin çok büyük olduğunu, ve bu yüzden yerel halkın onlara "geyik" dediğini duymuştum.
Eznevit yaylaya doğru çıkan patikadan vadinin görüntüsü |
Yükseldikçe eğim azalmaya başladı, buralarda koşmak çok keyifliydi. Bir ara tam önümden gelengi zıplayıp geçti. Gelengi çok şirin görünüşlü, sincaba benzeyen bir hayvan. Buralarda bir çok yerde denk geldik. Yolun devamında Eznevit yaylasına varmış olduk. Burası yemyeşil çok güzel bir alan. Kamp alanı olarak da kullanılıyor. Bora ve Erkan ile hatıra fotoğrafı çekindikten sonra Bora oradan kuzeye, Sakartaş'a doğru yöneldi. Ben de arkasından yetişmeye çalışıyordum. Erkan ise geride kalanları beklemek üzere yaylada kaldı.
![]() |
Eznevit yayla hatırası |
Eznevit yaylada Erkan ve Bora ile beraber |
Benim için bu 3 km'lik yine koşu için müsait olan patikada koşmak biraz acı verici oldu ve bunda iki ayağımın da etkisi vardı: sol ayağımdaki bilek ağrısı artmıştı, bir de aşağıya doğru eğimli olan düz bir patikada koştuğumuzdan bileğime yük bindikçe daha çok acıyordu, sağ ayağımda ise bir önceki sert çarşak inişlerinden sonra bileğin tam üzerinde çorabım aşınmadan kaynaklı yırtılmıştı ve ayakkabım direkt bileğimde yara oluşturmaya başlamıştı. Yine aynı eğim ayakkabımı direkt ayağıma dokunmasına ve yaranın ve acının artmasına sebep oluyordu. Yüksek irtifada koşmanın verdiği durum da eklenince arada durup biraz yürümek zorunda kalıyordum. Nihayet uzakta Bora ve Serhan'ın buluştuklarını gördüm. Ben de onlara Sakartaş'ın orada vardım ve beraber tarihi bir manzaraya şahit olduk. Oradan Emler ve Kızılkaya zirveleri görünüyordu. Yani oradan inme durumunda direkt dün gittiğimiz vadiye çıkmış olacaktık. Serhan bana "şanslısın, yüzyıldır hiçbir dağcının gerçekleştirmediği geçişi görüyorsun" dedi. Ben zaten bu ustalarla beraber dağa çıkmanın her anının benim için bir şans olduğunun hep farkındaydım. Bu noktada yüksekliğimiz 2430 m idi.
Sakartaş'tan Emler tarafının görüntüsü |
Buradan yine koşarak Eznevit yaylaya doğru yola çıktık. Bu sefer eğim tersten olduğu için iki ayak bileğim de daha rahattı. Yaylada ekibin geri kalanıyla birleşip tepenin güney batı yüzünden, yanı Sarımehmet yurduna doğru paldır küldür inmeye başladık. Burası çarşak, ve daha büyük kayaların oluşturduğu bir inişti, dikkatle ama aynı zamanda öndekilerden kopmamaya çalışarak iniyordum. Burkulmuş ayak bileğimi tekrar burkmuş, acım daha da artmıştı. Biraz daha indikten sonra bir patika bulup onun üzerinden devam ettik. Ayak bileğimin acısına rağmen devam ediyordum. Şaşırarak ve biraz da sevinerek, direkt arabadan indiğimiz noktaya, insanların çadırlarını kurduğu Sarımehmet yurduna indiğimizi gördüm. Gayet sert bir iniş olmuştu: 3 km'de 700 m'den fazla. Oradaki tuvaletin yanında bulunan suyun içilebilir olduğundan emin olduktan sonra yaklaşık 1 lt su içtim. Bizi sabah bırakan araba da orada bizi bekliyordu. Eşaymızı arabaya yükledikten sonra çok da oyalanmadan yola çıktık. İçimde yorgunlukla beraber müthiş bir tatmin duygusu vardı. Etkinlik yaklaşık 5 saat sürmüştü, 20 km yol katetmiştik.
Ayakkabımın bu yollar için yetersiz olduğunu bir kez daha farketmiştim. Ağır olsa bile biraz daha sert ayakkabılar kullanılmalı. Aynı zamanda batonun faydasını da çokça gördüm. Birkaç kez beni düşmekten kurtardı. Aynı zamanda uzun saatler kullanınca ellerimin nasır bağlayacağını söylemişti Bora bana. Nasır bağlayacak kadar uzun bir yola çıkmamıştık biz fakat avuç içlerimde biraz etkisini hissediyordum. Ellerimin alışması gerekecek buna.
Son olarak, Emli vadisinde durduğumuz bir su molasında Serhan'ın söylediği, ve unutulmaması gereken bir cümleyi eklemek istiyorum: "Dağa çıkarken herkesin kendi suyunu alması kendi sorumluluğundadır, fakat ekipte her kişide bulunan su bütün ekibe aittir." Bu bence hayatın her aşamasında dikkate alınmalı. İnsanlar dayanışma içinde olmadan yaşayamazlar. Evrimimizin bir parçası da bu.
Ankara'ya Dönüş
Saat 14'de dağevinden 1 otobüs ve 1 minibüsle yola çıkacaktık. Onun için dağevinin önünden geçen buz gibi suda vücudumu biraz temizledikten sonra sabahtan hazırladığım eşyamı bir araya getirip toparlandım. Araçlar Çamardı'da öğle yemeği için durdu. Oradan sonra ise Ankara'ya doğru yola çıktık. Yolculuk çok keyifli geçti. Saat 20:30 gibi İzci Parkı'na varmıştık.
Kapanış
Ben Aladağlar'ı ilk ODTÜ'de bulunan aşağıdaki anıt ile tanıdım.
Yazımı bitirmeden, 2007 yılında Demirkazık'ta kaza sonucu hayatlarını kaybeden ODTÜ DKSK üyesi dağcılar Utku Kocabıyık ve Seza Bürkan Yüksel'i anmadan edemeyeceğim. Gerçekleştirdikleri ütopyadan hiç dönmeyecekler.
Saat 14'de dağevinden 1 otobüs ve 1 minibüsle yola çıkacaktık. Onun için dağevinin önünden geçen buz gibi suda vücudumu biraz temizledikten sonra sabahtan hazırladığım eşyamı bir araya getirip toparlandım. Araçlar Çamardı'da öğle yemeği için durdu. Oradan sonra ise Ankara'ya doğru yola çıktık. Yolculuk çok keyifli geçti. Saat 20:30 gibi İzci Parkı'na varmıştık.
Kapanış
Ben Aladağlar'ı ilk ODTÜ'de bulunan aşağıdaki anıt ile tanıdım.
Yazımı bitirmeden, 2007 yılında Demirkazık'ta kaza sonucu hayatlarını kaybeden ODTÜ DKSK üyesi dağcılar Utku Kocabıyık ve Seza Bürkan Yüksel'i anmadan edemeyeceğim. Gerçekleştirdikleri ütopyadan hiç dönmeyecekler.
(Dipnot: Bu haftanın şarkısı Ahmet Aslan ve Kemal Dinç'in yorumundan "Uyur İdik Uyardılar" isimli türkü.)
Kaynak
Ömer B. Tüzel. "Aladağlar". Çev. Tunç Fındık. İstanbul: Homer Kitabevi, 2001. Baskı.