Friday, August 17, 2018

Aladağlar Sky Trail 2018

Benim için bu normal bir yarış değil. Haftalar, aylar önceden hayaller kurdum, düşündüm, çalıştım, hazırlandım. O zaman yazımda da bir tek yarış gününe yer veremem. Bir hafta öncesinde, bir kaç gün öncesinde, ve yarışın sonrasında neler hissettiğimi belki ileri bir zamanki "ben" için buraya kaydetmek istedim.

Demirkazık köyünden Sokullupınar'a doğru çıkış

Cuma 3 Ağustos (Yarıştan bir hafta önce)
Yarışa bir haftadan tam 4 saat fazla var. Antrenman olarak kendimi hazır hissediyorum. Geçen haftasonu dağda bol fiziksel aktiviteli 2 gün geçirdiğimden hafta içi biraz yorgunluk hissediyordum. Aynı zamanda her yarışa yaklaştığımda hissettiğim o klasik "suni" yorgunluk duygusu da var.
Mental olarak ise kendimi hazırlamak için yeterince zamanım oldu. Aslında hayatımın en sorunsuz dönemlerinin birinden geçmiyorum. O yüzden haftaya katılacağım koşuya "yarış" olarak değil de, bazı şeyleri unutmak, ya da bazı sorulara cevaplar bulabileceğim bir çeşit hac yolculuğu olarak bakmayı tercih ediyorum. Belki oturup saatlerce dağları izlemek, düşünmek, hayaller kurmak için zamanım olmayacak ama 11 Ağustos günü bu 45 km'lik parkur boyunca cömert dağlardan geçip, eğer mümkün olur da sağlıklı bir şekilde (ya da artık dağlar nasıl müsaade ederse) koşuyu bitirebilirsem, uzun süre bunun etkisinden çıkamayacağımı biliyorum.
Geçen haftaki etkinlik her bakımdan iyi geldi bana. Aladağlar'ı daha çok tanıdım. İlk defa gördüğüm yerler oldu. Güneşin nasıl yaktığını, havanın aniden nasıl soğuyup insana "kötü" sürprizler yapabildiğini gördüm. Bunlar dağlara yıllarını vermiş insanların yaşadıkları karşısında hiç birşey, o yüzden fazla anlatmaya utanıyorum, gerek duymuyorum.
Geçen hafta benim için önemli olan bir diğer şey, MTA zirvesine çıkmış olmam oldu. Önceki etkinlikte Emler'e tam varmak üzereyken geri dönmüştük. Bu sefer ise zirveye Elif Maviş'in peşinden vardım. Bu da benim için ayrı güzel bir anı, ve gurur kaynağı oldu.

Elif MTA Zirvede

Şimdi ise tekrar şehri unutabileceğim, oraya gideceğim zamanı hayal ediyorum. Aslında yarışmak için gidiyor olacağım, bir sürü hırslı, ve insanlara yoldaş olarak değil de rakip gözüyle bakan koşucu da orada olacak, ve bir sonraki ziyaretim kim bilir ne zaman olacak..

Perşembe 9 Ağustos, Saat: 00:33
Çarşamba öğleden sonra Kamil ile Ankara'dan yola çıktık. Yaklaşık 4 saat süren yolculuktan sonra dağevine varmış olduk.
Şu an ORDOS dağevinin çatısında tulumumun içindeyim. Kenarda akan suyun sesi geliyor. Buradaki huzur tarif edilemez.
Yarın sabah Karagöl'e kadar araçla çıkıp oradan davlumbaz tepeye çıkacağız. Rota üzerinde baba yapıp, yolu düzelteceğiz. O kısıma ekstra dikkat edilmesi gerekiyor çünkü en çok şikayet oradan geliyor. Çarşak çok zor çıkılıyor, ve yukarıdan insanların kafasına taş gelebilirimiş.
Organizasyon ekibinin telaşına ve çalışmalarına şahit olmak çok güzel. Gönüllü olarak böyle bir etkinliği düzenlemek kesinlikle çok zor, ve saygıya değer.

Cuma 10 Ağustos, Saat: 20:30
Perşembe sabah dağevinde Soner baz istasyonunun kurulmasına yardım ettikten sonra hazırlanıp karagöle doğru yola çıktık. Orada Davlumbaz'a (isimsiz zirveye) kadar babaları iyileştirdik. Yeni babalar yaptık. Bazı yerlerde rotayı temizledik. İlke defa dağ keçileri gördük. Karagöl'e geri dönüp oradan Çömçe'ye, diğer kamp yapanların yanına gittik. Gece çok eğlenceli geçti. Yıldızlar harikaydı. Sabah 6'da uyanıp sıkı bir kahvaltıdan sonra aşağıya, internetin çektiği yerlere, ve bunun sonucunda can sıkıcı haberlere indik. Kayıt yaptırdım. Bugün daha çok dinlenip kuruyemiş falan yedim.
Şimdi yatakta bunları yazdıktan sonra uykuya geçeceğim. 2:15'de kalkmayı planlıyorum.

Çömçe'deki kampta bizden hiç ayrılmayan, geceleğin uzun uzun havlayıp oraya buraya koşturan köpeğimiz


Cumartesı 11 Ağustos (Yarış günü)
Yarış saat 4:30'da başlayacaktı. Önceki akşam 20:30 civarı yatağa girip saat 2:15'e alarm kurdum. Stresli olmama rağmen rahat bir uyku çektim diyebilirim. Zorunlu malzemeler dışında yanıma aldığım şeyler: 6 karbonhidrat jel, güneşten korunmak için şapka dışında sabah saatlerindeki soğuktan korunmak için buff, tozluk, ve tabiki batonlar.
Kamil ile aldığımız kahvaltı malzemelerini dağevinin giriş katındaki salonda açıp yedik. Yarış başlangıcından önce son bir zorunlu malzeme kontrolünden geçtikten sonra start alanına yerleştik. Ve yarış 17 saniye gecikme ile (!) başladı. Hava beklediğim kadar soğuk olmadığı için yağmurluğumu ve uzun kollu içliğimi giymeden bir tek tişört ile başladım.
Yarış boyunca iki ayrı istasyon türü var: "ana istasyon" ve "güvenlik noktası". Ana istasyonda yiyecek içecek ikmali yapılıyorken güvenlik noktalarında sadece koşucunun üzerindeki çipten, onun o noktadan geçtiği zaman kaydediliyor. Aynı zamanda güvenlik noktaları yarış boyunca geçilen 3 zirvede bulunuyor. Toplam 5 ana istasyon ve 3 güvenlik noktası dışında, rota boyunca toplam 15 noktada gönüllüler bulunuyordu. Bunlar ise her koşucunun o noktadan geçtiğini kaydedip telsiz ile merkeze kaydediyordu. Yani ortalama olarak rota boyunca her 2 km'de en az bir kişi bizim için dağda bulunuyordu. Böyle yüksek güvenlik sistemi olmadan bu dağlarda yarışı düzenlemek imkansız.
Rotanın 5. km'sinde bulunan Sokullupınar'a saat 05:05:03'de vardım. Bu bölge, teknik toplantıda da bahsi geçtiği gibi dağın başlangıcı sayılır. Normalde traktör yolu biraz daha devam eder, ve gelincik kayaları adlı bölgede tamamlanır. Bu bölümleri karanlıkta koştuk. Ben aldığım tavsiye ile sürekli ve derin nefesler almaya gayret ediyordum. Yükseğe uyumun (acclimatization) tam yapılamadığı durumlarda hızlı bir şekilde yükseğe çıkmanın etkilerini minimuma indirmek için yapılması en önemli şeydir bu. Ben yarışa 3 gün kala gelmiştim Aladağlar'a, halbuki ideal bir "acclimatization" için bir hafta önceden gelip zaman geçirmek gerekir.
Hava yavaş yavaş açmaya, yükseldiğimiz için ise soğumaya başlıyordu. Tişört ile yarışa başlamanın hiç de iyi fikir olmadığına ikna olmuştum artık. Çok da direnmenin bir manası olmadığına kanaat getirip durup çantadan yağmurluğumu çıkarıp giydim.


Dağda hızlı bir şekilde yükselmenin negatif etkilerini önlemek için yapılması gereken bir diğer şey de bol bol su içmek. Bunu da ihmal etmemeye çalışarak eğimin koşulabilir olduğu yerlerde koşmaya çalışarak devam ediyordum. Çelikbuyduran bele kadar olan patikayı birkaç kez gidip geldiğim için yolu biliyordum. Bu ise bana sanki evdeymişim gibi hissettiriyordu. "Birazdan kapıya varacağım", "ahan da dinlenme taşı!" diyordum kendi kendime. Önceden bilinen patikalarda koşmanın sağladığı pozitif ruh halini herhalde en çok bu yarışta deneyimleyebildim.
Yolun çok uzun olduğunun farkında olup kendimi fazla zorlamadan devam ederek starttan 12.5 km uzakta olan Çelikbuyduran istasyonuna (saat 06:46:07'de) vardım. Çelikbuyduran, Emler zirvesine tırmanmak için Sokullupınar üzerinden yola çıkan dağcılar için bir dinlenme alanı sayılır. Buradan akan su çok çok soğuk olur. Ve bu yüzden akan su için "çelikbuyduran" denir. Bu su çeliği bile dondurur!
Bu yarışın benim için özel olmasının sebeplerinden biri, bütün istasyonlarda tanıdığım sevdiğim insanların beklemesidir. İlk ana istasyonda Ersin ve Hakan vardı. Sularımı doldurup, bir iki şey yedikten sonra Emler zirveye doğru yola çıktım. Emler, 3723 m yükseklikle Aladağlar bölgesinin ikinci en yüksek zirvesi. Merak edenler için, bölgenin en yüksek zirvesi ise Emler'in karşısında bulunan Kızılkaya (3770 m).
Hava iyice aydınlanmış sayılırdı fakat güneşi Çelikbuyduran istasyonundan geçtikten 10 dk sonra, yani bele varınca görmeye başladık. Soğuk gerçekten rahatsız edici olmaya başlıyordu, o yüzden güneşi görmek iyi geldi. Biraz daha hızlanmaya karar verdim. Küçük taşlı patika bitip büyük kayalar arasından çıkmaya devam edip zirveye vardık. Orada ise Tuna vardı. Tokalaşıp Emler sırtından Yedigöller bölgesine inmek için devam ettim. Sırttan inişe geçince ilk benim için zorlu sayılan bir yerden geçtim. Ondan sonra iniş çarşaklı olmaya başlıyordu böylece ben de hızımı artırıp koşarak inmeye başladım. Çarşak inişinin keyfine rota boyunca doya doya vardım.
Buradan Yedigöller platosuna varıp Direktaş istasyonuna vardım. Orada Erkan vardı. Tekrar sularımı doldurup bol kaşar peynir yiyip ayrıldım istasyondan. Plato üzerinde koşulabilir patikalar vardı. Yine önceki etkinliklerden bildiğim yerlerden geçmenin verdiği rahatlıkla koşuyordum. Sonra ise karşıma çıkmamız gereken zirve, MTA zirvesi çıktı. 3515 m yüksekte bulunan bu zirveye ulaşmak için pek zorlu sayılmayan, ama uzun ve eğimli olduğu için yorucu olan patikadan çıktım.

Direktaş istasyonundan ayrıldıktan hemen sonra
Zirve de güvenlik noktası sayıldığı için koşucuları DKSK'dan arkadaşlar bekliyordu. Orada yine tanıdık birini gördüm. İnişin biraz tehlikeli olduğunu biliyordum, ona kendimi hazırlamıştım. Asıl kayıp uçuruma yuvarlama tehlikesi olan noktada bir gönüllü duruyordu. Temkinli bir şekilde iniyordum. Buradan iki hafta önce tam da ters yönde, zirveye doğru çıkmıştık. Bu yolların hepsi bende güzel anılar bırakmıştı.
Tekrar koşulabilir patikalar başlamıştı, benim de genel durumum gayet iyidi. Belki de bu yüzden Maden Yayla su istasyonuna sandığımdan daha çabuk vardım. Orada sadece su ve kola vardı. Bol bol su içtim, yanımda bulundurduğum yarım litrelik "soft flask"i doldurdum ve yoluma devam ettim. Aslında bir de çantamın arkasına bağladığım 2 litrelik bir su torbam vardı ama onu meşhur Davlumbaz çıkışından önce hiç doldurmadım.
Maden Yayla'dan Karagöl ana istasyonuna kadar patikalar yine gayet keyifliydi (yorgunlukla beraber artık ne kadar keyif alınıyorsa). Yol üstünde bir sürü küçük baş hayvan vardı, koşarken onlara seslenip biraz muhabbet etmek iyi geldi. Arada bazı işaretleri devirmişlerdi tabi ama hiç sorun olmadı diyebilirim. Yol üstünde iki gece önce kamp yaptığımız Çömçe'den de geçtik. Kısa olmasına rağmen geçirdiğimiz güzel vakitleri, ve geride bıraktığımız insan sevgisiyle dolup taşan çoban köpeğini düşünüp duygulandım. Bu noktadan sonra artık Karagöl istasyonuna çok az kaldığını biliyordum. Bir yokuş aşağı ve işte karşımda yine tanıdık yüzler: Serdar ve Çiler. Soner'in tavsiyesiyle bu istasyonda dinlenmeyi biraz uzun tuttum, çantamı çıkardım (keşe bu arada yağmurluğumdan da kurtulsaymışım), su torbalarımı doldurdum, domates çorbası içtim, bir dilim karpuz, helva ve meyve barı yedim. İnsanlarla kısa bir muhabbet de ettim. Bu arada beni iki kişi geçti (Mehmet Arslan ve Olga Lyjak) ama hiç sorun değildi. Derdim insanlarla yarışmak değildi nasıl olsa, kendime verdiğim sözü tutumak istiyordum sadece.
Bu arada sonradan biraz pişman olacağım bir hareket yapıp batonlarımı topladım çantaya bağladım. Bunu yaparken Davlumbaz çıkışını düşünmüştüm, çünkü orada batonlar gereksiz, hatta insanı yavaşlatan bir yüke dönüşüyor. Ama ondan önceki yokuşları ihmal etmiştim. İstasyondan biraz uzaklaşmıştım ki hatanın neresinden dönsem kardır deyip durup batonları açtım. Fakat ne yazık ki bu noktadan itibaren artık yorgunluk çökmeye başlamıştı. Labirent gibi büyük kayaların arasından yavaş yavaş çıkıyordum. Artık gerçekten batonalara ihtyacımın olmadığı yere gelip batonları toplayıp yanıma aldığım iş eldivenlerimi elime geçirdim. Buradan itibaren biraz da içimdeki eğitimsiz kaya tırmanıcısı ortaya çıktı. Yol üstünde Feramuz ve Erman vardı. Sağdaki duvar gibi kayalara tutunup kendimi yukarı çekiyordum. Rotanın bu kısmında yapılacak başka birşey yok. Çarşak taşları çok küçük, ve bilmeyen, biraz da burnu yukarıda olan koşucuların "ben kendi bildiğimi yaparım" deyip batonlarla çıkması onlar için unutamayacakları bir hata olur. Elleri kullanmam gereken bölümden sonra karşımıza büyük kayalar üzerinden devam etmemiz gereken, İsimsiz tepenin son çıkışına kadar devam eden bir bölüm geliyor. Oralarda çok bitkin hissediyordum artık. Attığım her adımın beni tepeye daha da yaklaştırdığını anımsayarak devam ediyordum. Nihayet saat 11:23:55'de tepeye vardım (3517 m) , Soner orada müthiş enerjisiyle beni karşıladı. Ardından İsmet ile karşılaştım. İkisinin de güzel enerjilerinden nasibimi aldıktan sonra inişe geçtim.
Rotanın finish'e kadar olan bu kısmını hiç görmemiştim. Ama üzücü herhangi bir sürprizle karşılaşmadım. Dere yatağına kadar olan inişte bazı çarşak inişlerine denk geldiğimde hiç kaçırmadan hızlandım. Karşımda Büyük ve Küçük Demirkazık zırveleri vardı. İhtişamlarını ve güzelliklerini burada anlatmam imkansız, iyisi mi kendiniz bir gün gidip yakından görün.

İsimsiz zirve (Davllumbaz)'dan indiğimiz dere yatağı görünyor, karşıda Büyük ve Küçük Demirkazık (fotoğrafı perşembe günkü etkinlikte çektim)

Hala bitkinlik vardı üzerimde. Son istasyon olan Tekepınarı'na bir an önce varmak istiyordum artık. Ve nihayet vardığımda saat 12:28:05 olmuştu. Karşımda Ali Onur, Fatma Gül, ve ORDOS'tan tanıdıklar vardı. Yine enerji depoladım sayelerinde. Bol bol su içtim. Çok fazla birşey yemeden yola devam ettim.
İstasyondan hemen sonra kısa ama baton kullanmayı gerektiren bir çıkış vardı ve  oradan bitşe kadar hep iniş vardı. Aslında yorgunluk olmasaydı çok hızlı ve keyifle inerdim oraları ama pek mümkün olmadı ne yazık ki. Arpalık'a saat 12:51:35'i gösterdiğinde vardım. Traktör yolu üzerinden koşuyordum. Babalar artık yoktu, sadece bayraklar vardı işaret olarak. Bir yerden sonra traktör yolu üzerinde hiçbir işaret olmadığını farketmemle paniklemem bir oldu. "Acaba kaç km geri dönmem lazım" diyordum kendi kendime. Aslında inmem gereken yeri, Demirkazık köyünü görebiliyordum ama işte iniş patikasını bulmam gerekiyordu. Neyse ki yoldan ayrılan ve bayraklarla işaretlenmiş patikayı bulmam uzun sürmedi. Böylece biraz zorlanarak da olsa bayrakları takip edip finish'e saat 13:24:59'da vardım. Neredeyse 9 saat yoldaydım. Hedefimi tutturmuştum, ve hayatımın en uzun koşusu olmuştu.
Bu anı yarıştan önceki haftalar ve aylar önce aslında çok düşünmüştüm. Katıldığım yarışlar arasında en çok önemsediğim yarışı sağ salim bitirmek.. Ama yorgunluktan olsa gerek ki, çok fazla duygulanamadım. Bir an önce bitişte bulunan su, soda ve karpuzun olduğu bölüme geçip yiyip içmeye başladım.
Genelde 7., kendi kategorimde ise 3. olarak tamamlamıştım.
Yarış boyunca başımdan geçenleri uzun uzun anlattıktan sonra biraz da genel olarak aklımda olan noktalardan bahsetsem iyi olacak:

  • Öncelikle keşke yağmurlukla başlayıp, hava ısındıktan sonra yağmurluksuz koşsaydım. Hava gerçekten sıcaktı, korktuğumuz rüzgarlar falan esmiyordu. Çok daha konforlu bir koşu olurdu benim için.
  • İşaretler neredeyse bütün yol boyunca sadece doğal taşlardan, yani babalardan oluşuyordu. Havanın sisli olacağını da düşünüp bol bol yapılan babalar rotada hiçbir soru işareti bırakmadan rotayı takip etmeyi kolaylaştırıyordu.
  • Karbonhidrat jellerimden sadece üçünü tüketme ihtiyacı duydum. Jelleri azaltma planım hala devam ediyor ve bu zorlu yarışta da bunu sürdürmüş olmam güzel birşey. Yarışın hiçbir yerinde kaslarıma kramp girmedi, bu da önemli ayrı bir olumlu nokta.
  • İlk defa bu yarış için tozluk aldım. Aslında onlara ihtiyacım olacağından da kuşkuluydum ama son anda gidip almaya karar verdim. Aldığım tozlukların ayak topuğu kısıımlarında ekstradan korumalar var. Hem tozluğun kendisi, hem de topuklardaki korumalar bu tarz bir yarış için çok faydalı. Önceden buralarda yaptığım yürüşlerde/koşularda topuklarıma birçok darbe yemiştim.
  • Son olarak gönüllüler.. Bu yarışın en büyük kahramanları onlar. Nasıl çalıştıklarına, ne fedakarlıklar yaptıklarına kendim şahit oldum. Yarışa birkaç ay kaladan itibaren bir çok insan nasıl emek harcadı... İşaretleme yapmak, insanları istasyonları organize etmek... Ağır jeneratörleri zorlu yollardan zirvelere taşımak, orada iki gece geçirmek sonra yüklerle geri inmek... Yol üstünde sıcakta yapayalnız saatlerce oturup arada bir geçecek olan koşucuyu not almak... Başka bir yol üstünde çarşaklardan kolayca çıkabileceğini sanan koşuculara 12 saat boyunca durup dağcılığa giriş dersi vermek... Hepsine minnettarım. Onlar olmadan bu yarışı gerçekleştirmek imkansız. Hiçbir koşucu onlar olmadan bu parkurun ilk zirvesini bile yapamaz.

Pazar 12 Ağustos, Saat: 7:04
Yarışa hazırlık süreci, ve yarışın kendisi bittiği için biraz üzülüyor, ama aynı zamanda böyle bir deneyimi yaşadığım için de çok seviniyorum. Harika yeni insanlar tanımak, yeni şeyler öğrenmek, şehirde tatmanın mümkün olmadığı inanılmaz güzel duygular yaşamak. Bir koşu yarışının benim hayatıma kattığı şeyler bunlar. Yaptığım sporu seviyorum.

Not: yazının başında bahsettiğim yolunda gitmeyen şeyler nihayet yoluna gitti sayılır. Aladağlar'ın uğuru mu? Bence öyle.

(Bu haftanın şarkısı, Demirkazık'tan Ankara'ya dönerken dinlediğimiz şarkısı: Yaşart Kurt'tan "Anne".) 

Aladağlar Sky Trail - Volunteering - August 2024

The trip to Aladaglar mountains in the heart of Turkey, to volunteer in Aladaglar Sky Trail. This race, the people organizing it, these moun...